[vc_row full_width=”stretch_row_content_no_spaces”][vc_column][vc_single_image image=”891″ img_size=”full” alignment=”center” lazy_loading=”true”][/vc_column][/vc_row][vc_row][vc_column][ultimate_heading main_heading=”Bu Mısır Tabağıma Nasıl Geldi?” alignment=”left” main_heading_margin=”margin-bottom:40px;”][/ultimate_heading][/vc_column][/vc_row][vc_row][vc_column width=”3/4″][vc_column_text]
Gıdanın Topraktan Kente Seyahati
Gıda yaşam demek. Her gün yemek pişirmeyebilirsiniz ama her gün karnınızı doyurmak için çaba sarf edersiniz. Peki tabağınızdaki mısırın izini en fazla nereye kadar sürebilirsiniz? Sokağın köşesindeki süpermarket? Aşağı mahalledeki pazar? Biraz daha zorlarsanız belki bir sebze meyve hali?
12 bin yıl önce yaşayan ilk insan atalarımız da buğday, arpa mercimek ekiyor; sığır, koyun, keçi yetiştiriyordu. Onlar için beslenmek nihai amaçtı. Bizler farklıyız; yemek için yaşamıyor; yaşamak için yiyoruz. Kalabalıklaştık; ihtiyaçlarımız çoğaldı. Kentlere taşındık, gıdamızın hammaddesini üreten tarım alanlarının, köylerin uzağına düştük. Dalından elma koparabileceğimiz ağaçlarla, domatesi içinden çekip alacağımız tarlalarla belki de hiç rastlaşmadık. Çiftçinin o ağaç ve tarlalardan hasat ettiği ürünler, soframıza ulaşmak için zorlu bir yol katediyor.
Eskiden alışverişimizi, ürünün geldiği yeri sorarak yapardık. Amasya’nın elması, Gemlik’in zeytini, Diyarbakır’ın karpuzu, Kastamonu’nun pirinci… Fakat bugün, yediklerimiz o kadar çok aracıdan geçerek mutfağımıza geliyor ki, doğdukları yerin izini sürmek neredeyse imkansız hale geldi. Hızlı şehir hayatının koşturmacasına ayak uydurmaya çalışırken, -mecburen- yediklerimizin bize ulaştığı son aşama olan tüketime odaklanmaya alıştık; üretim, işleme ve dağıtım süreçlerine yabancılaştık. O kadar ki, patatesin kabuğunda toprağa rastlamasak, belki de onun market reyonunda kendi kendine var olduğunu sanacağız. Çocuklarımız, hamburgerin ekmeği için ekilen buğdayı tanımıyor, o hamburgerin eti bozulmadan kalabilsin diye kimlerin nasıl çalıştığını bilmiyor. Oysa gıdanın hikayesini öğrenmek, artan nüfusu besleyememe tehdidi altındaki dünyamızda pek çok şeyi değiştirebilir. Tarımsal üretime itibarının iade edilmesi de, herkesin yalnız besleyici değil uygun fiyatlı gıdaya kolayca erişebilmesi de, hikayeyi ve içindeki rolümüzü anlamakla, dahası, belki onu yeni baştan yazmakla başlayabilir.
Hadi sorumuza geri dönelim: Patlıcan Akdenize, 16. yy.’da Hindistan’dan gönderildi. Kirazlar Avrupalı, vişneler ise Anadolu kökenli. Peki o salatanın içindeki mısır tabağımıza nasıl geldi? Bu seyahatin adı, tedarik zinciri. Hayattaki her şey gibi, bu seyahat de bir fikirle başlıyor. Her şeyden önce, neyin, ne kadar, nasıl üretileceğine karar vermek gerekiyor. Mısır, sıcak iklimleri seviyor ve bol miktarda güneş görmek istiyor. Çiftçimiz yani üretici, bu bilgiye göre, mısırı hangi tarlada yetiştireceğine karar veriyor. Toprağı güzelce havalandırıp nemlendiriyor; sürüp gübreliyor. İlkbahar gelince mısır tohumlarını ekiyor; haşereye, pasa, mantara karşı ilaçlamayı; mısır çiçeklenene kadar kararınca sulamayı ihmal etmiyor. Her ürünün konuştuğu dil başka, çiftçi de bu dillerin hepsine aşina. Bakın mesela, sabah saatlerinde mısırınızı ziyaret ettiniz; bir de baktınız ki yaprakları kıvrılmış. İşte bu, suya ihtiyacı var demek. Peki ya rüzgar? Mısır büyürken boyu uzar ama kökü kısa kalır. Eğer rüzgar çok sert eserse mısır kırılır. Bunun da önlemini almak gerek.
Mısır koçanının ucundaki püsküller kahverengi oldu, işte mısırınız koparılmaya hazır. Hasat yapıldı, mahsul toplandı, peki sonra? Çiftçi ektiği gübreyle tohum için; tarlasını sürdüğü makine, kullandığı ilaç için tedarikçilere para ödedi. Mısırı tohumdan besine dönüştürene kadar güneşin alnında ailesiyle mesai yaptı; hem emek hem zaman harcadı. Şimdi karşılığını almak istiyor.
Kimisi ürününü sırtlanıp pazarın, kooperatifin ya da ürün borsasının yolunu tutuyor; kimisinin böyle bir imkanı yok, mısırını tüccara satıyor.
Çiftçinin ürünü, mısır gibi yağlı tohum ve tahıllardan biriyse, tüccar bunları ya satmak için depoluyor ya da ürün borsasına götürüyor. Borsanın laboratuvarında tahlil edilen ürünün analiz raporu çıkıyor. Bu rapora göre tüccarlar mala bir değer biçiyor, çiftçiler bu değerde uzlaşırsa malın fiyatı belirlenmiş oluyor.
Çiftçinin ürünü sebze meyve ise, tüccar ürünleri toptancı haline götürüyor. Burası, adı üstünde, gıdaların büyük miktarlarda toptan şekilde alınıp pazar, market, manav, restoran gibi perakendecilere parça parça satıldığı bir durak. Burada devreye komisyoncu ve sevkiyatçılar giriyor. Komisyoncu, haldeki ürünü, komisyon karşılığında sevkiyatçıya satıyor; sevkiyatçı ise aldığı malı, başka hallerdeki komisyonculara göndererek yine komisyon bedeli karşılığında sattırıyor.
Gelgelelim, hikaye bundan ibaret değil. Ürününü hale göndermeyi seçen çiftçiler ve tüccarlar olduğu gibi, işlenmiş gıdaya dönüşmeleri için firmalara satanlar da var. Malum, endüstrinin gelişmesinin bir sonucu olarak, gıdayı yalnız tarladan çıktığı haliyle tüketmiyoruz. Firmalar, ürünleri uzun süre taze ve besleyici tutmak için depoluyor, donduruyor, öğütüyor, kurutuyor, işliyor, paketliyor. Böylece her daim yaş mısıra ulaşma şansı olmayan tüketiciye mısırı dondurulmuş biçimde ya da un, nişasta, yağ ve tatlandırıcı formunda ulaştırmış oluyor. Kullanıma hazır hale gelen ürünler, kentteki satış alanlarına dağıtılıyor; toptancı ya da perakendecilere gönderiliyorlar. Raftaki mısır unu ekmeğinin dili olsa da konuşsa; bütün bu sürecin arkasında, istihdam edilen sayısız insan, türlü çeşit teknoloji; enerjiye, zamana, paraya yapılan yatırım duruyor.
Gıdanın meşakkatli yolculuğunda son durak, karnını doyurmak isteyen tüketici. O alışveriş yapmazsa, bütün bu çaba anlamsızlaşır. Peki tek mesele, üretileni koşulsuz şartsız satın alması mı? Hayır. Satın aldığı gıdanın besleyiciliğinden şüphe duymaması, ona ulaşmak için servet ödemek zorunda kalmaması da gerekir. Bu konuda, gıdanın tedarik sürecinde rol oynayan tüm aktörler sorumluluk taşır. Peki nasıl? Öncelikle üretici, işleyici, dağıtıcı ve tüketici arasında bilgi akışını sağlayan sürekli ve yapıcı bir iletişim olmazsa olmaz. Çünkü iletişim yoksa, taraflar birbirinin ihtiyaç ve beklentilerini anlayamaz. Anlayış eksikliği, koordinasyonsuzluk ve plansızlığa yol açar. Örneğin çiftçi talep edilenden fazla mısır ekerse, ürünü elinde kalır; işleyici çiftçiye ürünün gerçek değerini ödemezse, çiftçi endüstriye iyi mahsul satmakta isteksizleşir; dağıtıcı ürünleri nasıl depolayacağını bilmezse, hem kendisini hem malını satın alan manavı zarara sokar. Aslında zarara uğrayan tüm toplumdur çünkü israf edilen tüm ülkenin kaynakları olur.
Birbirini görmezden gelerek çalışmak, toplumun ortak fayda ve değerlerine öncelik verilmesine de engel olur. Ürünlerin fiyat ve kalite standartlarının bulunmadığı; üretenin emeğini, tüketenin kesesini korumayan, toplumun sağlıklı beslenme ihtiyacına katkı sunamayan bir işleyiş hakim olur. Bu durum ancak, ürünün planlamasından uygun koşullarda yetiştirilmesine, toplanıp muhafaza edilmesinden hızlı dağıtım ve lojistiğine kadar tüm aşamalar hesaba katılarak oluşturulmuş bütünlüklü gıda-tarım politikaları sayesinde aşılabilir.
12 bin yıl önce yaşayan atalarımız şanslıydı. Onlar, dalından koparıp yiyor, tarladan alıp paylaşıyordu. Şimdi ise, kentte doyurulmayı bekleyenlerle köyde üretenler arasında dağlar, denizler uzanıyor. Seyahati ister uzun sürsün isterse de kısa, gıda yaşam demek. Ve bu hikayenin esas kahramanları yüzyıllar geçse de değişmeyecek: Gıdayı var eden çiftçi ile gıdayla var olan tüketici. Çiftçi ürününün kimseyi doyurmayacağını bilse, onu yetiştirmek için heves duyabilir mi? Tüketicinin gönlü, kendisini besleyenin emeğinin karşılığını almamasına razı gelebilir mi? Öyleyse tüketicinin derdi, çiftçininkinden; çiftçinin mutsuzluğu tüketicininkinden ayırt edilemez. Çünkü bugün çiftçinin kazanamaması, yarın tüketicinin gıda enflasyonu ile baş başa kalması anlamına gelir. Bugün çiftçinin iyi mahsul almasını sağlayacak ekipmana ya da teknolojiye sahip olmaması, yarın tüketicinin besin değeri düşük gıdaya mecbur kalması demektir.
Artık biliyorsunuz, biz bu hikayeyi yeniden yazmak istiyoruz. Bu yüzden aynı soruyu yine yeniden soruyoruz: Bu mısır tabağıma nasıl geldi?
[/vc_column_text][vc_video link=”https://www.youtube.com/watch?v=MfnVVpuCCUs”][/vc_column][vc_column width=”1/4″][vc_column_text]
Çiftçi-Endüstri Diyaloğu |
[/vc_column_text][/vc_column][/vc_row]